Yerel malzeme kullanımı mimarlık disiplinlerinde olumlu yönleriyle öne çıkıyor. Nostaljik bir duygu uyandırması ve estetik beğenileri ön plana çıkarmasının yanı sıra çevresel olarak da faydaları olduğu söylenebilir. Uygulama yapılacak alanın yakın çevresinden elde edilen materyaller, taşıma, ulaşım gibi konularda daha az maliyete sebep oluyor. Öte yandan daha uzun süre dayanıklı olmaları da ekonomik sürdürülebilirliğini artırıyor.
Yerel malzemelerde tarihsel açıdan en eskiye dayanan materyallerden biri de tuğla. Pişmiş topraktan yapılan tuğlalar, antik Mısır’dan Mezopotamya’ya kadar tarihsel süreçte sıklıkla tercih edildi. Malzemenin belki de bu kadar eskiye dayanması tuğlaya karşı tasarımcılarda naif duyguların uyanmasını sağlıyor. Yapımı ve uygulaması görece daha az maliyetli olan tuğla, günümüzde pek çok mimarlık örneğinde de karşımıza çıkıyor.
Yapıldığı sırada (2012) Türkiye’deki pek çok mimarlık yayınında da paylaşılan BC Architects’in Muyinga Kütüphanesi, doğal çevrenin kiremit rengi dokusunda kaybolan tuğla bir yapı örneğini oluşturuyor. Afrika’da yer alan Burundi’de inşa edilen yapıda tuğlanın getirdiği bu doğallık, çevreye karşı hoşgörülü bir duruş sergilemesini sağlıyor. Tuğlalar arası boşluklar, doğal havalandırma sağlarken geleneksel malzeme ile birleştirilen modern ve tam boy camlar iç mekana güneşin alınmasını sağlıyor. Mimari ekibin bu malzemeyi seçmesinin nedeni ise yereldeki ekonominin canlandırılma isteği şeklinde açıklanıyor.
2019’da Ruanda’da inşa edilen bir okul projesi olan Mwito Okulu, Creative Assemblages tarafından yine tuğla kullanılarak inşa edilmiş. Metal, kontrplak, fayans gibi malzemelerin %50’si bir kahve fabrikasından geri dönüştürülürken kullanılan bu malzemelerle sıfır karbon ayak izi oluşturmayı amaçlıyor. Yapıda kullanılan tuğla ise yerel imkanlar doğrultusunda üretilip uygulanıyor. Bu anlamda tuğla da ekonomik bir geri dönüşüm örneği olarak öne çıkıyor.
2017’de Bangladeş’te inşa edilen ve bir ofis yapısı olan bir başka proje ise Studio Dhaka tarafından yapılmış. Bu projede tuğla, mimari yapının ana kabuğunu oluşturmasının yanı sıra peyzaj tasarımına da sıçrıyor ve malzeme kullanımı ile ilgili yeni olasılıklar doğruyor. İç avlularda döşeme elemanı olarak kullanılan tuğla, amfi tiyatro biçiminde tasarlanmış bir başka iç avluda yeniden karşımıza çıkıyor. Geleneksel bir malzeme olan tuğla ve biçimi tarihsel süreçte çok eskilere dayanan amfi tiyatro bir araya gelerek küçük dokunuşlarla modern bir dil yaratıyor. Çevrede konumlanan yüksek yapıların aksine yapı, tasarım dili ve mimari malzeme kullanımıyla küçük bir köy hissi uyandırıyor.
Avustralya Melbourne’deki Monash Üniversitesi’nin Yer Bilimleri Bahçesi de tuğla malzeme kullanımıyla ön plana çıkan bir başka proje. Rush Wright Associates tarafından uygulanan proje, yer bilimleri için önemli kaya formasyonları ve tipleri için bir açık hava müzesi özelliği sergiliyor. Tuğla malzeme ise yine konsept bağlamında değerlendirilmiş ve döşemede aslen pikselli bir haritayı yansıtacak şekilde kullanılmış. Harita ise, ana bağlamı oluşturan Jeoloji Haritası’nın çözülmüş bir halini yansıtıyor. Proje, hayal gücü ve malzeme kullanımının iç içe geçirildiği ve yeşil dokuyla buluşturulduğu bir örnek olması açısından önem taşıyor.
Farklı konumlarda ve farklı mimari ekipler tarafından tercih edilen tuğla, yerelin yeni mimari eserlere yansıtılması açısından büyük önem taşıyor. Tuğlanın yarattığı duyusal hislerin yanı sıra ekonomik ve fiziksel getirileri de mimarlığın çevreyle olan iç içelik durumunu güçlendiriyor. Duyusal hisler ise ziyaretçilerin yapıyla olan etkileşimini güçlendirerek yaratılan “yer”e dair aidiyeti güçlendiriyor.