Nesneler, Düşünceler ve Yerler

Nesneler

Klasik fizikte nesnellik ilkesine göre nesneler birbirlerinden bağımsızdırlar ve birbirlerini ancak ve sadece yerel olarak etkileyebilirler. Yerellik ilkesine göre ise bir nesne, yalnızca yakın çevresinden etkilenebilir. 17. yüzyılda Newton’un Kütle Çekim Yasası ile birlikte yerellik yasası; 20. yüzyılda ise Kuantum Kuramı ile bu yasaların her ikisi de çürütülmüş ve nesnelerin hem parçacık hem dalga olma özellikleri taşıdıkları için bir girişim sonucu birbirlerini anında ve uzaktan etkileyebilecek potansiyele sahip oldukları farkedilmiştir. Bu özelliğin adına ise Dolanıklık denilmiştir. Fakat cansız maddelerin, başka bir şeyin arabuluculuğu ve karşılıklı temas olmadan diğer maddeyi etkilemesi mümkün değildir. Hepimizin bildiği Yerçekimi Yasası, temelde bu konuyu ele alır. Liebniz’in Süreklilik Yasası bu durumu destekler: hiçbir şey aniden gerçekleşmez.

Kuantum-Dolanıklık

Görseller © evrenbilim.com

Düşünceler

Fen bilimlerindeki gelişmeler, ilk düşünürlerden günümüze düşünce tarihini şekillendiren önemli unsurlardan biri olmuştur. Bilgi ve düşünce (ki düşüncenin de bilginin bir biçimi olduğunu söylemek veya tam tersi yanlış olmaz), her ne kadar soyut kavramlar gibi görünseler dahi, tüm eylemler bu iki kavram sonucu varolur ve nesnel gerçekliğe bürünür. Bu eylemler sonucu ortaya çıkan ‘deneyim’ler, birbirleri ile dolanır halde ve sürekli bir biçimde yeniden formlanarak bazen tanıdık, bazen de yabancı desenler oluştururlar. Bu desenlerin ‘gözlemlenebilirliği’ ve ‘tanınabilirliği’, zaman ve mekan olanakları dahilinde mümkündür. Bazen algılarımızın ötesine bir desen gerçekleşir, bu deseni yabancılarız, çünkü insanın en temel ihtiyaçlarından biri olan ‘bilgi’yi bize istenen ölçüde vermez. Yabancılaştığımız desenlerde beğeniyi sağlamak güçtür, beğenmediğimiz bir şeyi etrafımızda istemeyiz. Immanuel Kant’a göre temel değerler (iyilik, güzellik, ahlak, eşitlik gibi) herkes için geçerli olmalıdır ki birlik sağlanabilsin. Bu temel değerlerden “güzellik” ilkesine göre Kant, her ne kadar bilgi’yi beğeni yargısı içine dahi etmese de, “ortak duyu” (sensus communis)’i, beğeni yargısını şekillendiren en temel unsur olarak denkleme katar. Bu durumda güzellik bir ideadır ve beğeni yargısı, -cognitive- bir bilgiye dayalı olarak yapılmaz ancak tümellik ve ortak duyu ile hem öznel hem de evrensel bir ölçeğe oturmaktadır. Tüm bu tartışmanın altında yatan temel amaç, Kant’ın estetik felsefesini yorumlamaktan ziyade yukarıda bahsedilen ‘desen’ biçimlerinin, hangi nedenlerle bize tanıdık veya yabancı geldiğini açıklamak. Diğer bir soruyla, birbirini sürekli dolanımlı bir şekilde etkileyen nesnelerin ve öznelerin oluşturduğu bir dünyada, ortak duyu ekseninde toplanarak tanıdık desenler oluşturmak insanoğlunun hem ihtiyacı, hem de kısıtlayıcısı mıdır? Desenlerin ‘tanıdıklık’ ve ‘yabancılık’ durumları neye göre değişmektedir? Daha da önemlisi bu desenler nerede oluşmaktadır?

senus-communis

Görseller © DaVinci’s sensus communis via peacefulbodyschool.com

Yerler 

Edward S. Casey, 1998 yılında yazmış olduğu “Mekanın Kaderi: Felsefi Bir Tarih” kitabında uzayı içerisindeki şeyleri kapsayan hacimsel bir boşluk olarak tanımlarken ”yer“i yaşamış bedenin yakın çevresi – aynı zamanda fiziksel ve tarihsel, sosyal ve kültürel bir eylem alanı ” olarak anlatır. Tanımlamaya göre bu eylemden kaynaklı deneyimin doğası temelde mekan deneyiminden farklıdır; deneyimsel olarak ‘ince’ olan bu alanı ‘kalın bir yer’e dönüştüren bu farktır. Casey, yerin deneyimini benlik, beden ve manzara/peyzaj (landscape) açısından araştırmaktadır: “Benlik coğrafi konunun temsili ve kimliği ile ilgilidir; beden, bu benliği mantıklı ve algılanabilir özelliklerinde yaşayan yerle ilişkilendirir; ve manzara sadece birikimleri değil, bir bütün olarak duyumsal öz-sunumları olan bir dizi mekanın düzenidir.” Hem temsil hem de kimlik olarak benlik daima somutlaşır ve yerleşir; her ikisi de, yakın olarak adlandırılan şeyin temel boyutlarını içeren karmaşık bir öz, beden ve peyzaj sisteminin parçalarıdır. Casey’nin iddia ettiği gibi, “Benlik ve mekan arasındaki ilişki sadece karşılıklı etkilerden biri değildir. . . ama aynı zamanda, daha radikal olarak, yapıcı eşlikçiliğin: her biri diğeri için esastır. Gerçekte bensiz yer yoktur ve yersiz benlik yoktur. ” Dolayısıyla, yeri olmayan bir kimlik veya temsil de yoktur.

Yerler ve Düşünceler 

Casey’in kitabında öne çıkan bir diğer nokta ise  Martin Heidegger’in çalışmalarına dair dikkat çekici yansımaları bulmasıdır. Casey’ye göre Heidegger, Batı metafiziğini ve özellikle de Husserl’in aşkın egosunu eleştirmesi ile sadece bir zaman filozofu değil, aynı zamanda en önemli modern yer filozoflarından biridir. Varlık ve Zaman’da, Heidegger, kendini ve dünyasını; atölyenin yeri ve gerçekleşen atölye sürecinin yeri ile  aynı anda etkileşim sürecinde bulan yetenekli usta örneğini kullanır. Benlik ve mekan, iş dünyasında iç içe ve karşılıklı olarak kurucudur. Bütün atölye çalışması, hem dünya hem de işçi haline gelen karmaşık bir ilişkiler ağı haline gelir. İşçi her zaman zaten yerindedir. Casey, Heidegger’in ‘bize en yakın iş-dünyasında ne olursa olsun bu dünyadan edinilen her özümsemenin bir keşfetme işlevi olduğunu’ söylediğinde, bu özümsemenin sadece dış varış noktasını değil, dünyadaki varlığımızı keşfetmemize yardımcı olduğu anlamına da gelir.

ruby-amanze-two_pools_and_a_window_in_the_sky-Featured-Image-TAM

Görseller © Ruby Onyinyechi Amanze

 Casey ve Heidegger’ın “limit”; James Buchanan’ın “horizon” olarak olarak kullandığı “ufuk” terimi; Hans-Georg Gadamer’in tüm yorumların önyargılı veya perspektifli olduğu iddiasını da açıklar; Gamader burada söz konusu yorumun düz veya yatay olduğunu iddia etmektir. Yer yatay, ufuk da düzdür. Yakın, sınır ve yer olarak, içinde ahlaki bir benliğin var olduğu bir ufuktur. Yakın ve yakın ahlaki özlüğe musallat olan soru, o yerin anlayış ve ilkeleri uzamsal ve geçici olarak uzaklaşmaya başlamadan önce o ufku ne kadar uzatabiliriz? Yi-Fu Tuan; yer ile ilgili çalışmalarında oluşan en büyük gerilimin hepimizin içerisinde bulunduğu iki boyut arasında olduğunu kabul eder ve “ölçek” ile ilgili sorunlarla mücadele eder. Tuan’ın ölçek kavramı, Heidegger’deki limit kavramı ile ilgilidir. Sınırsız bir ölçek; kozmopolitler dediği dünya ile sonuçlanır: toplulukların sınırlarının ötesinde özgürce ilişkilenen bireyler. Bu bağlamda sınırsızlık, komşu-bağlılık ve sürdürülebilirlik bakımından çeşitli zorluklarla karşı karşıyadır. Desenler çoğalmakta, tanıdıklarımız azalmakta ve beğeni yargımızın kafası karışmaktadır. Bu tartışmanın karmaşıklığı, coğrafyadaki postmodernizmin bir şekilde yerellik araştırmalarının yeniden canlanmasıyla ilişkilendirilmesi gerçeğiyle daha da artmaktadır.

Yerler, Düşünceler ve İnsanlar 

Fizikte, uzay kuşatır ve içerir. Nesneler, uzayda birbirleri ile temas halindeyken onları çevreleyen boşlukları yer’ler haline getirirler. İnsan ölçeğinden yorumlanacak olursa, bireyler içerisinde bulundukları çevreleri, belirli sınırlar ve ölçekler dahilinde, belirli bir zaman aralığında çeşitli tanıdık desenlere dönüştürürler. İnsanlar ve sınırlar değiştikçe desenler değişir, tanınırlık azalır. Beğeni yargıları yeniden şekillenir. Fakat bu, lineer olmaktan çok uzak, döngüsel bir süreçtir. Etrafımızdaki yakın çevre değiştikçe ondan etkilenme biçimimiz de değişir. Bazı etkiler (politik, ekonomik, sosyal) yakın çevremizi uzaktan bir müdahale ile direkt veya dolaylı olarak değiştirir. Bu dolanıklık halinde; hangi deseni muhafaza edip yeni desenleri nasıl çizeceği, yöneticilerin ve toplumların en önemli etik sorunlarından biridir.

Aristoteles erdemlerin kendi başlarına bitmesi gerektiğini iddia eder, ama aynı zamanda uzayın sosyal boşluğunda alakasız olacaklarını ve bu nedenle de her zaman kendi yerlerinde anlamlı olduklarını kabul eder. Heidegger’e göre, polis(kent)i “tarihi, var olduğu gibi gösteren” ve “tarihi mekan olan”;  “içinde ve dışında tarihin gerçekleştiği yer” olarak tanımlaması Aristotales’e dayanır. ” Heidegger ve Aristoteles, etiğin yalnızca tarihte gerçekleştiğini ve tarihin yalnızca polis dediğimiz yerde gerçekleştiğini kabul eder. Fakat bu düşünce biçimi, günümüz koşullarında çok mümkün görünmemektedir, tıpkı Kant’ın ‘ortak duyu’sunun mümkün olmadığı gibi. Ancak bu düşünceler, bize noktasal bir doğruyu göstermek yerine içerisinde bulunduğumuz evrenin karmaşıklığını ve düzenini anlamamıza giden yolda, başarılı strüktürler oluşturur.

Ekran Resmi 2020-05-22 18.55.10

Görseller © Anastasia Savinova

Edward Casey’e göre eğer zihin her zaman etik bir sorgulama modunda çalışırsa, her sorunun arka planında karmaşık sistematik boyutun yeni bir anlayışının kabul edilmesi, soruların sınırının / ufkunun kendisinin değişmesi gerekir. Bu genişlemeye bağlı olarak da yerin sınırları genişler ve ölçeği değişir; nesneler çeşitlenir ve dolanıklık artar. Yer ve evren arasındaki bu sürekli köşe kapmacada yer-el ve evrensel arasındaki kaçınılmaz ikilik ve ilişkisellik tam olarak bu noktada başlar.

Kaynakça

Edward S. Casey, The Fate of Place: A Philosophical History (Berkeley: University of California Press, 1998); Edward S. Casey, “Between Geography and Philosophy: What Does It Mean to Be in the Place-World?,” Annals of the Association of American Geographers 91, no. 4 (2001): 683–693.
Hershock, P., & Ames, R. (Eds.). (2019). Philosophies of Place: An Intercultural Conversation. HONOLULU: University of Hawai’i Press. Retrieved May 22, 2020, from www.jstor.org/stable/j.ctv7r43n5
Altuğ, T. (2007). Kant Estetiği. Payel Yayınları, İstanbul.
Altuğ, T. (2012). Son Bakışta Sanat. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Url 1: http://www.felsefehayat.net/yerellik-ve-dolaniklik.html
Url 2: https://philosophy.stackexchange.com/questions/16158/what-philosophical-term-lies-behind-locality

 

Ekran Resmi 2020-05-22 19.27.04

 

Categories: köşe, KÖŞE YAZILARI

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *