Covid-19 pandemisi, kentlerde açık yeşil alanların fiziksel ve duygusal sağlık açısından tekrar ele alınması gerektiğini hissettirmiştir. Uzmanlar tarafından çeşitli uyarı ve önerilere uymaya çalışılan şu günlerde vücudun hareketsiz kalmaması ve bağışıklık sisteminin güçlü olması en mühim önlemlerden. “Sosyal mesafe” ve “evde kal” çağrıları ile beraber gündelik alışkanlıklar evirildi ve maalesef daha pasif hale geldi. Evde kalma sürecinde vücut sağlığı ve bağışıklık direncinin korunması için yaşanılan bölgede sosyal mesafeyi koruyarak günde bir defa 15-20 dakikalık kısa yürüyüşler faydalı olabilir. Belki de bu durumdan önce hiç fark edilmeyen mahalle parkları ve açık alanlar bu sayede keşfedilmeyi bekliyor ya da bu gibi alanların yokluğu, bizleri yaşadığımız açık alanları yeniden bu gözle düşünmeye teşvik ediyor. Bu bağlamda İstanbul’un farklı mahallelerini mercek altına alıp yaşam alanlarının mahalle ölçeğindeki açık alanlarını inceledik. İnsanların sosyalleşemediği bu dönemde doğa ile ilişki kurabilme şansının ne kadar mümkün olabileceğini sorguladık. İstanbul’da Avrupa yakasında Kağıthane Gültepe mahallesini, Anadolu yakasında ise Ataşehir İnönü mahallesini inceledik.
Bu alanlar yaklaşık 5-10 dakikalık yürüme mesafesiyle 500 metre yarıçaplı alanlar özelinde incelendi ve yapı stoklarının arasında bireylerin erişebileceği açık alanların yetersizliği ile karşılaşıldı. Grafiklerde belirtilen caddelerdeki refüjler dışında aktif olarak kullanılabilecek yeşil alanların olmaması durumu, açık alanların yetersizliği ve bunlar gibi benzer mahalle tipolojilerinde kişilerin nefes alabilecek alanlarının olmadığı ortaya çıktı.
Aynı zamanda sadece parklara değil, sokaklarda yayalara ait alanlara baktığımızda sosyal mesafe durumuna adapte olamayacak bir yapılı çevre ile karşı karşıya kalıyoruz. Örneğin Üsküdar’daki Isırgan Sokak mahalle yerelinde ‘yer’siz kalma durumunu açıkça gözler önüne seriyor. Yaya ve bisiklet kullanımı için son derece dar olan alanlar, yol kenarına park etmiş araçlar ile bireylerin açık alandaki hareketleri kısıtlanıyor, hatta yok olma derecesine geliyor.
İncelenen bölgeler dışında elbet sosyo-ekonomik durumlara göre değişen yaşam alanları olması mümkün. Yürüme mesafesinde tasarlanan cep parkları veya özel avlu ve bahçelere sahip olanlar var, fakat ekonomik durumdan bağımsız, her insanın kamusal alan kullanım hakkı çerçevesinde bu fırsata sahip olması gerekir. Özellikle değişen koşullara adapte olmakta güçlük çektiğimiz şu günlerde doğa ile kurabileceğimiz 15 dakikalık bağ, endişe ve stresi azaltmanın basit ama etkili bir yolu olabilir.
World Cities Culture’ın yayınladığı son raporda İstanbul yüzde 2.2 ile kişi başına düşen yeşil alan oranında 34 şehir arasında son sıraya yerleşti.
Şehrin çoğu, incelemiş olduğumuz mahalle tipolojilerine sahip ve 15,52 milyon nüfusu ile kişi başına düşen yeşil alan sıralamasında son sırada. Şehirlerin daha yaşanabilir olması açısından bireylerin açık alan kullanım ihtiyacı tüm bu verilerle tekrardan ele alınmalı. Covid-19 küresel pandemi durumu, bizleri her alanda olduğu gibi yapılı ve doğal çevrelerin tasarımıyla ilgili de tekrar düşünmeye teşvik ediyor ve bundan sonrası için de yeşil altyapı gerekliliğinin birincil ihtiyaç listesinde olduğunu hatırlatıyor. Her ne kadar kentsel dayanıklılık konusu iklim dirençliliğiyle ön plana çıksa da, şehirlerin olası salgınlara cevap verebilir nitelikte tasarlanması da bu konuya dâhildir. Sonuç olarak kentsel dayanıklılık, çok merkezli ve geniş peyzaj spektrumuna sahiptir ve pandemi kriziyle şehirlerin bu durumu tekrardan düşünmesi zorunluluk haline gelmiştir.