Geçmişten günümüze kendi yaşamsal döngülerini kendi bulundukları çevre ile eşzamanlı bir şekilde ilerleten insan toplulukları, ‘kent’in ortaya çıkması ile bu dengeyi kaybetmiş ve bunun sonucunda ortaya çıkan krizler, günümüz koşullarında ideal yaşam ortamının ne olduğunu sorgulatmaya başlamıştır. Mimarlık, peyzaj mimarlığı, kentsel tasarım gibi “‘yer’le temas eden” pek çok tasarım disiplini de bu sorgulama eşliğine tasarım pratiklerinde önemli değişikliklere gitmiştir. Fakat bu değişikliklerin bir çoğu, günümüz teknolojilerinin sağladığı olanaklar kadar geleneksel ve yerel olana da teması arttırmıştır.
Ekolojik düşünce, günümüzdeki karşılığını bulmadan çok önce, M.Ö. 4. yüzyılda Aristotales’in öğrencisi Theophrastus’un hayvanlar ve bitkilerin çevreleri ile ilişkilerini araştırmaya başlaması sonucu ortaya çıkmış bir kavramdır. Theophrastus’tan günümüze insanların bitkilere olan ilgileri hep canlı kalmış olsa da, modern insanın doğa üzerindeki etkisi ile günümüzde pek çok bitkisel topluluk doğal olmayan sebeplerle yerinden edilmiş veya tamamen yok olmuş durumda. Bugün insanlığın savaş verdiği ekolojik kriz, küresel iklim değişikliği, gıda krizi, su krizi gibi pek çok sorunun temelinde yerel bitki türlerinin yerinden edilmesi/yok olması önemli bir rol oynamakta; en pratik çare ise yerel türlere mümkün olduğu kadar rahat yaşam alanları sunarak ekolojik zinciri bozmamakta.
Yerli bitkiler binlerce yıldır yerli yaban hayatı ile simbiyotik ilişkiler kurmakta ve bu nedenle bulunduğu çevre içerisinde en sürdürülebilir yaşam alanını sunmaktadır. Bir bitki, insan girişi olmadan belirli bir bölgede, ekosistemde veya habitatta doğal olarak meydana gelmişse doğal kabul edilmektedir. Dünyanın diğer bölgelerinde evrimleşen veya insanlar tarafından genetik olarak doğada var olmayan formlarda şekillendirilen egzotik bitkiler, çevrelerine bulunan doğal bitki türlerine zarar vermenin yanısıra mevcut yaban hayatını da tehlikeye sokmaktadır. Aynı zamanda bu bitkilerin istenen formda ve büyüklükte yaşayabilmesi için ciddi ekonomik maliyetler gerekmektedir. Bu da egzotik türlerle yapılan bitkisel tasarımlar hem pratik hem de ekolojik açıdan günümüzde artık tercih edilmeyen bir yöntem olarak kabul görmekte.
Peyzaj tasarımlarında yerel bitki kullanmanın faydalarından bazıları ise şu şekilde:
- Yerel bitkiler kimyasal gübre, böcek ilacı ve diğer kimyasal/toksik bakım işlemlerine ihtiyacı azaltarak toprak kirliliğini engeller
- Yağmur suyu ve gri su atıklarını filtreleyerek su kalitesinde artışı sağlar
- Egzotik türlerin bakımında kullanılan ekipmanlar, havaya %5 oranında zararlı gazlar salarak ozon tabakasına zarar verir, uçucu kimyasallar üretir ve zehirli kimyasallar üretebilir. Yerel bitki türleri ise bu ölçekte bir bakım gerektirmediğinden hava kalitesine katkıda bulunurlar.
- Yine egzotik bitkilerin taşınması, ekim yerine getirilmesi ve ihtiyaç duyulan ek bakım malzemeleri gibi masraflar gerekmediğinden yerel bitki kullanımı son derece ekonomiktir.
- Yerel bitkiler içerisinde bulundukları ekosistemde diğer canlılar ile uyumlu bir yaşamı benimsemiş durumdadır, bu nedenle çevreleri ile simbiyotik bir ilişki kurarlar ve tür çeşitliliğinin artmasında önemli katkı sağlarlar.
2012 yılında ASLA (American Society of Landscape Architects) Onur Ödülü’ne layık görülen ve Stephen Stimson Associates Landscape Architects tarafından tasarlanan Maple Hill Rezidans projesi; beş dönümlük bir alanın bir kenarına yerleştirilen konut, havuz ve müştemilatın dışında kalan tüm alanı bütüncül bir şekilde mikro-ekosisteme dahil ediyor. Maple Hill Residence, buzul tepeleri ve vadilerin dramatik doğrusal topografyası ile beş dönümlük ikinci bir büyüme ormanı alanı üzerinde yer alıyor. Mevcut alanın, bitki topluluklarının çeşitliliği bakımından zayıf bir durumda olduğu farkediliyor ve peyzaj alanı, bu zayıflığı gidermek için bir bütün olarak tasarlanıyor. Amaç ise inşa edilen yapıların çevreleyen ormanlık alanla saygılı bir denge içinde olmasını sağlamak, ancak bitki örtüsünü geniş çayır ve sulak alanları içerecek şekilde genişletmek. Bitkisel tasarım kararları ise 3 temel başlıkta ele alınıyor: yapılı çevreye ait tasarlanmış peyzaj, doğal habitat bahçeleri ve üretken peyzaj alanı. Alana girişte yerel kır otsu bitkilerinin oluşturduğu dramatik görüntü, alan içerisine girdikçe ekosistemin zenginleşmesi adına dikilmiş meşe ağacı, huş ağacı ve kır çiçeği çayırlarının yamaçlarda konumlanması ile devam ediyor.
Sahanın alt kısımlarındaki domuzlar, çeşitli göçmen kuşlar ve yerel fauna için yiyecek ve yem sağlamak üzere yerel eğreltiotu, kartopu, kırmızı akçaağaç, Amerikan kayını ve yaban mersini gibi türler kullanılıyor. Alanın çevresindeki ormanlık alanın kenarına, istilacı bitkileri kontrol etmek ve zengin bir orman kenar topluluğu oluşturmak için özel bir bitkisel tasarım uygulanıyor. Üretken peyzaj kısmında ise ailenin besin ihtiyacını karşılayacak biçimde oluşturulmuş meyve ve sebze bahçeleri mevcut.
2014 yılı ASLA Onur Ödülü sahibi bir diğer proje ise Birleşik Devletler’in çok daha farklı bir coğrafyasında; bir çöl ekosisteminde yer almakta. Ten Eyck Landscape Architects tarafından Teksas’da uygulanan bir çiftlik projesi. Chinati Dağları’nın eteklerinde yer alan tarihi Batı Teksas çiftliği, bir çalışma alanı olarak yıllar boyunca önemli ölçüde bozulmaya uğramış ve hem ekolojik iyileştirme hem de estetik dönüşümün zorluğunu ortaya koymuştur. Açık ve kapalı alanların kontrastı, hem geleneksel hem de çağdaş,;samimi ve geniş olanlarla rezonansa giren; böylece ‘yer’ hissini artıran bir manzara oluşturmayı hedeflemiştir.
Görseller © Terry Moore, Christine Ten Eyck, Trish Bigler
Tasarım, ekolojik bütünlüğünü onarırken manzaranın kültürel mirasını onurlandırmakta. Teksas’ın kurakçıl iklimine dayanıklı olan agav, dikenli armut, çöl söğüdü ve otsular bitkisel tasarımda öne çıkmakta. Uzun bir zaman önce eski çiftlik sahibi tarafından dilikmiş ve ekosistemde yer edinmiş ceviz ve erguvan ağaçları, arazinin kültürel tarihine saygı göstermek amacıyla yerinde bırakılmış. Bu ağaçların konumları aynı zamanda teraslarda gölge sağlayacak biçimde mimarinin konumlandırılmasında da büyük rol oynamakta. Alanda baskın tür olarak görülen Yerli Selvi, inşaat boyunca korunmuş ve genç selvi ağaçları dikilmiştir. Amaç, doğallığı ve düşük su kullanımını korumaktır. Tüm alanlar topraktaki besin maddelerini ve suyu tutmak için malçlanmış, bahçeden su kaçışı azaltılmış ve bitkisel alanlarda geçirimli yüzeyler oluşturularak yer altı suları korunmaya çalışılmıştır.
Görseller © Terry Moore, Christine Ten Eyck, Trish Bigler
2014 yılında inşa edilen Yellowhorn Farm Park projesi, Çin’in İç Moğolistan’daki Aohan İlçesinde bulunan yellowhorn tarım arazilerinin 150 dönümlük bir tepesidir. İç Moğolistan, Çin’in üçüncü büyük eyaletidir ve bir yüzyıldan uzun süredir ciddi çölleşme ile mücadele etmektedir. Aşırı otlatma, tomrukçuluk, genişleyen çiftlikler, nüfus baskısı, rüzgar ve kuraklık bu bir zamanlar verimli olan otlakları kumlu ovaya dönüştürmüştür. Son 20 yılda, yaklaşık üç milyon dönümlük çöl, muazzam yerel ve ulusal çabalarla rehabilite edilmiş durumda. Projenin temel konsepti, Moğol platosunda çölleşmeyle mücadele etmek için yapılan çalışmaları anmak, çölden ticari olarak uygun tarım alanlarına dönüşümü örneklendirmek ve yerel köylerin canlılığını manzara boyunca teşvik etmek. Yerel yönetimler, topluluklar, köy sakinleri, çiftlik çalışanları ve tarım, jeoloji, ekoloji ve beşeri bilimler alanlarındaki bilim adamları ile bir dizi halk toplantısı ortaklığında gerçekleşen projenin temel ruhu; çölleşme ile mücadelenin altında yatan mirasta gizli.
Görseller ©China Construction Engineering Design Group, Wenzhong Gao
Bu soğuk, kuru ve rüzgarlı iklimde dayanıklı bir manzara oluşturmak için belirlenen temel hedef, tomurcuklanmış çamur ve doğal taşlarla siklop duvarcılığı kullanan yerel türlere (deniz topalak, miscanthus, ve yellowhorn) yapıların etrafında veya içinde yer vermek. Bu altı aylık peyzaj yapım sürecinde profesyonel inşaat ekipleri kullanılmayarak sadece yerel kaynaklar ve köy sakinleri eden destek alınmış.
Görseller ©China Construction Engineering Design Group, Wenzhong Gao
Aynı zamanda alanın kültürel peyzaj mirasını korunak amacıyla parkın geometrisi, bölgenin çölleşmesini tersine çevirmede ve yerel ekonomik refahı teşvik etmede etkili olan bir bitki türü olan yellowhorn ağacının yaprak yapısından ilham alıyor. Farklı yönlere yerleştirilmiş üç yarı açık pavilyon, Moğol Yaylası’nda çölleşmeye karşı yürütülen diğer üç tarihi kampanyayı temsil ediyor: Hulunbuir otlakları (kuzeyde), Xilingol otlakları (batıda) ve Horqin otlakları (güneyde). Bu özellikler birlikte, Moğol Yaylası’nın çölleşmesini tersine çevirmenin doğal ve tarihi uygulamasını özetleyen tarihi bir yer işlevi görüyor.