Dünya’yı Terk Etmek

ardabio


GORSEL1-NASAwww.nasa.gov

Küçükken bir bisikletim vardı. Sonra babam doğum günü hediyesi olarak yeni bir tane aldı. Çok sevinmiştim, mahalledeki en yeni bisiklet benimkiydi, mutluluk ve heyecanda o kadar kaybolmuşum ki anlamamışım aslında çok gereksiz bir hediye olduğunu. Şimdi fark ediyorum da aslında eskisi de çalışır durumdaydı, birkaç küçük modifiyeyle işlevini sorunsuz yerine getirebilirdi. Yenisi geldikten sonra eskisine ne oldu hatırlamıyorum bile, ya birisi aldı götürdü ya da bodrumda çürüdü gitti.

Şimdilerde bir kolonizasyon sevdası aldı başını gidiyor. Bizi doğuran gezegenimize aynı eski bisikletimiz gibi davranıyoruz. Yerine yenisini koymaya çalışıyoruz, her gün milyonlarca ışık yılı uzaklıkta yeni gezegenler arıyoruz, bir an önce kaçmaya çalışıyoruz ama sormuyoruz ki: “Eskisiyle ne yapacağız?”

Kolonizasyon, insanlık tarihi boyunca birçok örnekte ve farklı ölçeklerde karşımıza çıkan, kendi topraklarının sağladığı kaynakları akılcı bir şekilde kullanmayan toplulukların giriştiği bir eylem. “Yeni bir yer bul, oraya yerleş, kaynaklarını kullan” şeklinde ilerleyen süreçlerin bu yeni yerler üzerinde yüzyıllarca atlatılamayan etkiler bıraktıkları, hem Amerika’nın hem Afrika’nın hem de Avustralya’nın Avrupalılar tarafından kolonizeleştirilmesinde açıkça görüldü. Şimdi Dünya kaynaklarının dibini görmeye yaklaşmış olan insan türü, Dünya benzeri başka bir gezegene taşınıp yaşamını orada devam ettirmeyi düşlüyor.

Bir başka gezegenin kolonizasyonu fikrinin neden kökünden yanlış bir fikir olduğunu açıklamaya çalışırken genelde yeniliklere karşı olarak damgalanırsınız, çünkü bu fikir uzay araştırmalarıyla çok yakından ilişkilidir ve uzay araştırmalarına karşı çıkan oluşumlar genelde aşırı muhafazakar gruplardır. Onlar da “yaratıcı teorisi”ne herhangi bir şekilde şüphe düşürebilecek bulguların keşfini istemezler. Fakat bu fikre farklı gerekçelerle karşı çıkan oldukça önemli bilim insanları da mevcut. Argümanları da: “Elimizdeki parayı gezegenimizi temizlemek ve verdiğimiz hasarları tedavi etmek için harcayabilecekken neden bir bilinmeze yatırıyoruz?”

Birçok kez “yedek” bir gezegene ihtiyacımız olduğunu belirten Elon Musk’ın NASA ile beraber yürüttüğü SpaceX projesi uzayın kolonileştirilmesi konusunda en önemli oluşum. Uzaya, sonsuz bir döngüde Bowie çalan Tesla aracının gönderilmesi, ne kadar popüler kültürün en büyük olaylarından biri haline gelmiş olsa da, insanların uzay için ne kadar tehlikeli olabileceğini açıkça gösteriyor. Gönderilen aracın ve içinde oturan Starman isimli mankenin kalkıştan önce sterilize edilmemiş olmasından dolayı bilim insanları, araçla birlikte tarih boyunca hiç olmadığı kadar yüksek bir bakteri miktarının uzaya salındığını düşünüyor. Uzaya insanlarla birlikte gönderilecek olan canlı organizmaların uzay koşullarına nasıl tepki vereceklerinin bilinmiyor olması ve uzayın insan atıklarıyla kirletilmesi ihtimali böyle projelerin risk yönetiminin çok da önemsenmediğini gösteriyor.  Böyle giderse uzayın da bir çöplüğe dönüşmesi kaç yüzyıl alacaktır?

GÖRSEL2-STARMANwww.space.com

Uzayda oluşturulacak potansiyel kolonilerin birinci şartı olarak ‘sürdürülebilir’ olması, kendi kendine yetebilmesi bekleniyor. Fakat kimse ilk başta sağlanması gereken sermayeyi sürdürülebilirlik bağlamında tartışmaya cesaret edemiyor. Böyle bir kolonizasyon girişimi yüksek miktarda, milyar belki trilyon dolarlarla ifade edilecek miktarda, bir para girdisine ihtiyaç duyuyor. Buna benzer uzay programlarına en çok ödeneği ayıran ülkelerin aynı zamanda karbon salınımı konusunda lider ülkeler olması da dikkate değer. Bu ülkelerin en başında da Amerika Birleşik Devletleri bulunuyor. NASA’ya ayrılan bütçe her sene çevreci oluşumlar tarafından protesto ediliyor fakat bu bütçe her geçen sene artıyor. Aynı ülkenin, iklim değişikliğine ‘inanmayan’ başkanıyla, karbon ayak izinin azaltılması ya da sürdürülebilir teknolojilerin desteklenmesi konularına bütçe ayırması tabii ki beklenen bir şey değil.

Bu konuyu mimar ve tasarımcıların güncel sorunu haline getiren olaylardan biri de, Mars’ta oluşturulacak yaşam ünitelerinin tasarımını sorgulatan yarışmalar aracılığıyla mikrofonun bizlere uzatılmış olması. Peki “sürdürülebilirlik” kavramını tek bir lafımızdan eksik etmeyen biz tasarımcıların bu konuda yapabileceği neler var? Ortaya çıkan tasarımların Dünyanın yakın ve uzak geleceği üzerinde çok büyük etkileri olacağının bilincinde olarak, başta Dünya daha sonra diğer gezegenlerin ‘sürdürülebilmesini’ amaçlayan müdahaleler önerilmelidir. Mars’ın kolonizasyonunu tartışırken ve kitlelere anlatırken asıl sormamız gereken soru orada yaşayabilir miyiz değil, orada yaşamalı mıyız olmalıdır. Dünyanın kısıtlı kaynaklarından biri olan paranın verimli kullanımını da bir sürdürülebilirlik problemi olarak benimseyerek gezegenimizin rehabilitasyonu için ayırdığımız bütçe ile gezegenden kaçış planı için ayırdığımız bütçe mantık çerçevesinde oluşturulmuş bir önem sırasına oturtulmalıdır.

Paranın önemi ve gezegenimize verdiğimiz hasarları ne kadar önemsemediğimiz konusu geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen Notre Dame Katedrali yangını ile tekrar gündeme geldi. Katedralin rekonstrüksiyonu için birkaç günlük sürede toplanan 1 milyar dolar bağış ne kadar göz yaşartıcı olsa da böyle bir paranın, plastik atıklarla dolup taşan okyanusların, denizlerin ve akarsuların temizlenmesi için neden toplanamadığı büyük bir soru işareti. Özellikle de bu miktar Pasifik’te bulunan ve Fransa büyüklüğündeki plastik atık adasının temizlenmesi için yeterli olabilecek iken.

Küresel iklim değişikliği ve kendi gezegenimiz için gösterdiğimiz bu umursamazlık gösteriyor ki; başka bir gezegene yerleşmemiz durumunda, söz konusu gezegenin sonunun da Dünya’ya benzeyeceği aşikardır. Bu kadar ilkel ve gelişmemiş bir türün annesinin kollarını terk etmesi işleyebilir bir senaryo değildir. İnsanlık artık aldığı sığ kararlar ve mantıksız müdahalelerin yarattığı sonuçlardan kaçmamayı, bu sonuçlarla başa çıkmayı öğrenmelidir. Sebep olduğu hasarları geri çevirmek için çabalamayı göze almalıdır, bu, gezegenden gezegene göçebe bir yaşam sürmek yerine Dünya’da kalması ve soyunun tükenme tehlikesi altına girmesi demek olsa bile.

Categories: Uncategorized

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *