Değişim

sena t


Değişim…

Bir zaman dilimi içindeki değişikliklerin bütünü, değişme.         

Yedi kelimenin tanımlamaya yettiği, birbirinden habersiz, ayrı düzlemlerde, olağan karmaşalarıyla sürüp giden milyarlarca hayatı tek bir çizgi üzerinde toplayan ve tüm bu hayatlara eşit oranda dokunan ‘değişim’; dev ama bir o kadar da görünmez bir bağ aslında. Öyle ki, hemen hepimiz değişmeyen tek şeyin değişimin ta kendisi olduğunu bilir, satır aralarında oldukça sık kullanırız da.   Peki, varlığımızı onsuz sürdüremeyeceğimiz sistem, kendi akışı dışındaki müdahalelerle değişmeye sürüklenirken ve bu sorumluluğun büyük çoğunluğu insanlığın, omuzlarındayken; neden bu değişime gözlerimizi kapatıyoruz? Gerçekten umursamadığımız için mi, nasıl çözeceğimizi ya da ayak uyduracağımızı bilmediğimiz için mi, yoksa değişimi yönlendirebileceğimize olan inancımız yeterli gelmediği için mi? Tüm bu soruların cevapları farklılaşabilir ve elbette tartışılabilir. Fakat her birimiz için elzem olan şudur ki; bir an önce harekete geçmezsek;  kendimizi çok uzakta olduğuna inandırdığımız o günlerin içinde bulmamız an meselesi olacak. 

  “Nedir bu değişim, bizi neler bekliyor?” sorularını basitçe cevaplamak gerekirse; bu değişim, iklim değişikliğidir; atmosferdeki sera gazı emisyonlarının insan faaliyetleri sonucunda, olması gerekenden çok daha yüksek bir ivmeyle artış göstermesine bağlı olarak; beklenen olası sıcaklık artışı, kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı ve etkisinde artış, okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında artış, buzulların erimesi gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra insan toplulukları da ciddi risk altındadır.(“İklim Değişikliği.” WWF. ty. Web. 8 Nisan 2019.) Tüm bunların yaşanmasına sandığımızdan çok daha yakın olduğumuz bu günlerde, hemen her gün duyduğumuz; ‘sürdürülebilir’ kelimesini bolca içeren büyük ölçekli çözüm planları mevcut. Sürdürülebilir şehirler, sürdürülebilir tasarımlar gibi… Fakat asıl çözüm arayışı en temelde, dünyayı değiştirmeye kendi küçük gündelik hayatlarımızı değiştirmekten başlamak olmalı.  Bunu ise doğaya ve ekolojik sistemlerin dengesine karşı sorumluluklarımızın bilinciyle yapmalıyız.  Çünkü eğer yaşayış biçimlerimizi değiştirmezsek kalıcı bir sonuç elde edememe olasılığımız oldukça yüksek. Bu şekilde devam edersek  21.yüzyılda ürettiğimiz dikey bahçe, yeşil çatı gibi çözümleri de hızlıca tüketmeye devam edeceğiz. 

   Bu durumda uygulanabilecek bir yöntem de, doğanın kurallarına uyarak ve sistemin sahibi değil, parçası olarak yaşadığımız zamanlara odaklanarak çözüm aramak olabilir. Doğayı son damlasına kadar tükettiğimiz ve hükmetmeye çalıştığımız bu günlere odaklanarak değil… 

“Doğa, sırlarını sinsiliğinden değil, özündeki yüceliğinden dolayı saklar.” A.Einstein   Kendisine saygı duyulduğunda ve gerekli özenle araştırıldığında doğa; insanlığa, aradığı tüm cevapları vermekten çekinmeyecektir. Nitekim bu cevaplar, bu sistem, bu denge, bizden milyon yıllar önce de vardı, bizden sonra da var olmaya devam edecek; fakat eğer bu şekilde tüketerek devam edersek, doğa bizi sisteminin dışına atıp, bu tüketime ve yıkıma kendi yöntemleriyle son vermekten geri durmayacaktır. Dünya üzerinde yaşam var olduğu andan itibaren doğa dengesini her zaman bir şekilde bulmuştur. Çünkü doğa, değişim ve devinim üzerine tasarlanmıştır, hatta değişimin, devinimin, evrimin ta kendisi. Fakat biz insanlık, bugünkü uyum yeteneklerimiz göz önünde bulundurulursa; bu senaryoda, yalnızca kendi sonlarımızı hazırlıyoruz. Ve bu sonlar, sandığımız ya da umduğumuz gibi yüzyıllar sonra değil, çok yakında gözlerimizin önünde yaşanacak.

Categories: köşe, KÖŞE YAZILARI

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *